Voleybol Plus

Giovanni Guidetti ve Bahar Toksoy Sözcü’ye konuştu: Atatürk’le konuşmak isterdim

Giovanni Guidetti… O artık bizden biri… 2008’den bu yana VakıfBank’ı çalıştırıyor. Sarı-siyahlı kulübe 1 Dünya, 2 Avrupa, 3 Türkiye Ligi, 2 Türkiye Kupası, 2 Süper Kupa şampiyonluğu kazandırdı. Vakıf, 73 maçlık namağlup serisi ile Guinness Rekorlar Kitabı’na da Guidetti ile girdi. 2013’te, Türk voleybolunun yetiştirdiği en büyük yıldızlardan biri olan Bahar Toksoy ile hayatını birleştirdi. 29 Eylül’de aileye Alison bebek katıldı. Guidetti Ailesi, Türk medyasında evlerinin kapılarını ilk kez SÖZCÜ’ye açtı, özel hayatlarından salonlara, bilinmeyenlerini anlattı.

Türkiye’ye geleli 8 yıl oldu. Sayısız kupa var. Bunların içinde seni en çok mutlu edeni hangisiydi?

G.G: Henüz alamadığım! Bir sürü kupa ve madalyam var ama sürekli geriye bakmak bana bir şey kazandırmaz. Hep önüme bakmayı tercih ederim. Çok kupa kazandık ama daha fazlasını istiyorum.

Bu süreçte kaybettiğiniz finaller de oldu.

G.G: Evet. Ne kadar çok final, o kadar kupa. Bu spor. VakıfBank’ın en önemli özelliği bu. Son 6 yılda sürekli Şampiyonlar Ligi’nde. Bunların 5’inde Final Four oynadık. Bu hemen hemen her yıl demek. Kupayı 2 kez kazandık, 2 kez finalde kaybettik. Bence VakıfBank’ı Eczacıbaşı ve Fenerbahçe’den ayıran en önemli özellik bu. Biz her zaman oradayız. Diğerleri değil. Örneğin Eczacıbaşı 1 yıl kupayı kazanıyor. Öteki yıl yok. 10 yeni oyuncu alıyorlar. Ama biz hep oradayız. Çünkü bizim bir projemiz var. Geniş tabana yayılan bir Türk oyuncu ağımız var.

VakıfBank’ın en önemli özelliği istikrar yani…

G.G: Evet. Her zaman aynı seviyede, hep en üstlerde olmaktan gurur duyuyoruz. Kazanmak veya kaybetmek o seviyelerde bizi çok üzmüyor.

Kaybettiğin kupalara üzülmediğinizi söyledin ama geriye dönüp baktığında en büyük hayal kırıklığı ne oldu?

G.G: Açıkçası hiçbir şeye üzülmedim. Örneğin Cannes’da 7 maç sayısı sonrası kupayı kaybettik. Geçen sezon düşük bütçeli bir takımla finale kadar çıktık. Yarı finalde Fenerbahçe’ye karşı mükemmeldik. Ama Pomi’ye kaybettik. O Pomi’nin bu sezon da nasıl bir takım olduğunu görüyorsunuz.

VakıfBank’taki en güçlü takımın hangisiydi?

G.G: Bence 73 maç yenilmeyerek dünya rekoru kıran takım. Gözde ve Naz’ın en formda dönemiydi. Bahar iyiydi. Brakocevic, Glinka, Fürst vardı. Gerçekten çok güçlüydük. Ama bence bu yıl da güçlüyüz. İyi bir takım kurduk. Memnunum.

Geçen sezonki VakıfBank ile bu sezonki VakıfBank arasındaki farklar neler?

G.G: Bu yıl daha yüksekten oynuyoruz. Yeni gelen Çinli oyuncumuz Zhu Ting özellikle hücumda çok etkili. Bence şu an dünyanın en iyi hücumcusu. Kübra gibi kilit bir oyuncuya da sahibiz. Temelde geçen sezonki yapımızla aynı seviyedeyiz ama Zhu Ting takıma büyük bir potansiyel katacak. Biz güçlüyüz ama Eczacıbaşı da çok güçlü.

Bu sezonki en büyük rakibiniz Eczacıbaşı o zaman…

G.G: O kadar güçlüler ki, sanki kendileriyle mücadele ediyorlar! Bu sezonki Eczacıbaşı kadar güçlü bir takım görmedim. Bizim Avrupa şampiyonu olduğumuz sezonda en güçlü takım Fenerbahçe idi. Ondan bile daha iyi takım kurdular. Her mevkinin en iyilerini aldılar. Ama biz hiçbir maça ‘Onlar bizden güçlü’ diyerek başlamıyoruz.

Sahada Eczacıbaşı’na karşı avantajlarınız var mı?

G.G: Benim 14 oyuncum var. Her maç birlikteyiz. Tabi ki zaman zaman deıiştiriyorum kadroyu ama hep aynı oyuncular sahada oluyor. Türkiye Ligi, Şampiyonlar Ligi değişmiyor. Ama Eczacıbaşı her maça farklı kadro ile çıkıyor. Her pazar günü iki yabancısı tribünde oturuyor. Ama tabi ki Massimo (Barbolini) çok tecrübeli bir antrenör. İyi rotasyon yapacaktır.

Bu sezon da önünüzde 4 kupa var. Sizin için başarının ölçüsü ne olacak?

G.G: Bu 4 kupanın hepsinde final oynamak, en az 2’sini kazanmak. Her kupayı almak istiyoruz. 2’si güzel, 3’ü harika, 4’ü muhteşem olur.

Milli takımı çalıştırmak ile kulüp takımı çalıştırmak arasındaki en büyük fark nedir?

G.G: Tamamen farklı. Öncelikle zaman. Milli takımlarda 2, 3 veya 4 ayınız var, büyük bir şampiyonaya hazırlanmak için. Kulüp takımlarında her hafta ayaktasınız. İkincisi… Örneğin VakıfBank’ta bir oyuncu iyi oynamadığı zaman ertesi sezon gönderip yeni oyuncu getirebiliriz. Ama milli takımda böyle bir şansınız yok. Elinizdeki malzemeyi kullanmak zorundasınız. Ayrıca, olaylara bakış açısı farklı. Çalışma düzeni farklı. Sırbistan, Çin fark etmez. Dünyanın farklı ülkelerinden gelseler de sonuçta bir şekilde uyum sağlanıyor.

Giovanni Guidetti öncesi ve sonrasındeki Hollanda arasında çok fark var. Bu nasıl oldu?

G.G: Benden öncesini fazla bilmiyorum. Ama ben çok yetenekli oyuncularla çalışıyorum. Ne yaptığına inanan oyuncular. Onları en üst seviyede voleybol oynayacaklarına inandırdım sadece.

Milli Takım ve kulüp seviyesinde çok fazla turnuva olduğunu düşünüyor musunuz?

G.G: Evet. Çok fazla. Neredeyse biri bitmeden diğerine başlıyoruz.

Bunu FIVB veya CEV ile konuşmuyor musunuz?

G.G: Ben FIVB’de komisyon üyesiyim. Konuşuyoruz tabi ama bir şey değişmiyor. ‘Biz 12 ay boyunca insanlara voleybol izlettirmek istiyoruz’ diyorlar. Çin, ABD gibi çok oyuncusu olan ülkelerde sorun yok ama Avrupa ülkelerinde sıkıntı oluyor.

Bu takvim oyuncular için de zor değil mi?

G.G: Onların işi biz koçlardan daha zor. Sonuçta zıplayan ben değilim! Dinlenmeye bile vakitleri yok. Kulüplerden para kazanıyorlar ama milli takımda da başarılı olmak istiyorlar. Çok turnuva olunca, organizasyonlara yer bulmak da zor oluyor.

Başka sporlarla aranız nasıl. Bir İtalyan olarak örneğin futbola ilginiz var mı?

G.G: Hayır yok. Modena’lıyım ben. Bizim orada ana spor voleybol. Hem erkek hem kadınlar için. Eğer Modena’lıysanız, futbol değil voleybol oynarsınız. Golfü çok seviyorum ama zamanım olmuyor maalesef. Zaten 20 milyon insanın yaşadığı İstanbul’un Asya yakasında da golf sahası yok, neden bilmiyorum. Naz (Aydemir Akyol) Bahar’ın en yakın arkadaşı olduğu için, bazen Cenk Akyol’un (basketbol) maçlarını izliyorum. 2-3 yıl önce Galatasaray’ın Real Madrid ile oynadığı maçı Türk Telekom Arena’da locada izlemiştik.

Türkiye’de üç büyüklerden hangisine daha yakın olduğunuzu sorsam…

G.G: Eğer bunu söylersem, ölmüşüm demektir! 8 yıldır Türkiye’deyim. Bazı şeyleri anlıyorum. Fenerbahçe veya Galatasaray’ı tutarsanız size ya tapıyorlar ya da öldürüyorlar! Eğer Beşiktaş derseniz, idare ediyorsunuz. Umursamıyorum açıkçası.

8 yıldır Türkiye’desin. Kendini Türk gibi hissediyor musun?

G.G: Biraz. Ama bence İtalyanlar ve Türkler karakter olarak birbirine benziyor. Arkadaşlarla zaman geçirmek, iletişim kurmak, konuşmak gibi. Türklerden daha kötü araba kullandııımı söyleyebilirim. Zaten İstanbul’da diğerlerinden daha kötü araba kullanmazsanız, ölürsünüz! Kural bu! 3 yıldır bir Türk’le evliyim. Çocuğumuz burada doğdu. Bu ülkeyi ve bu şehri çok seviyorum. Ailem Modena’da ama evim burası. Yemeklerde ise tercihim hala İtalyan mutfağı. Çünkü bence dünyanın en iyisi.

Ama Türk ve Osmanlı mutfağı çok özeldir. Üstelik bir Gaziantepli ile konuşuyorsunuz şu an!

G.G: Bu benim değil, tüm dünyanın fikri. Dünyaca binlerce İtalyan restoranı var ama Türk restoranı yok! Türk tatlılarını çok seviyorum. İtalya’da yok. Dondurmalı baklava, ekmek kadayıfı..

Bahar yapıyor mu evde?

B.T.G: (Gülerek araya giriyor) Tabi, tabi! Ellerimle açıyorum hatta!

Bahar’ı senin için özel kılan şey neydi?

G.G: Karşınıza bazen hayatınızın geri kalanını geçireceğiniz insan çıkar. Bu da böyle bir şey. Bunun için özellik sıralamaya gerek yok. Eğer o birlikte olacağım insansa, beğendiğim tüm özellikleri taşıyor demektir. Kadere, aşka inanan bir insanım. İstanbul’da uzun süredir yaşıyordum. Bahar ile tanıştıktan 3-4 ay sonra ev aldım. İtalya’da bir söz vardır: Doğru kadını bir bakışta anlarsın. Dükkanda bulamazsın!

B.T.G: Güzel cevap oldu!

Senin için Giovanni ile birlikte olmak nasıl bir duygu?

B.T.G: Benim gibi milli bir sporcuysanız, doğru erkeği bulmanız zor. Bakış açımız farklı oluyor. Örneğin benim ailemden de farklı onun bakış açısı. Ama anlaşabildiğiniz zaman anlıyorsunuz. Bunu söyleyebilirim. Bir de şöyle bir şey var. Giovanni’nin çevresindeki insanları mutlu etmek gibi bir takıntısı vardır. Önceliği hep çevresindekilere verir. Öyle bir karakter olduğu için ister istemez yanında olduğunuzda onu başka bir şekilde hissediyorsunuz.

Aynı takımda olmanın avantajları ve dezavantajları neler?

B.T.G: En büyük avantajı, yaşamınızın, programınızın hep aynı olması. Dezavantajı ise şöyle: Birçok çift işyerinde beraber, evde beraber olursa bu zordur. Bizim yaptığımız zaten stresli bir spor. O stresi sahada yaşayıp sonra evde rahatlamak biraz daha zor oluyor bizim için. Sonuç olarak sahanın stresiyle eve geliyoruz. İster istemez eve iş getirmek zorunda kalıyoruz.

Giovanni kenarda taktik verirken sana eş olarak mı, oyuncu olarak mı veriyordu?

B.T.G: Giovanni’nin sosyal hayatındaki haliyle işteki hali çok farklıdır. Çizgiyi çekip bir anda koç olur, dışarı çıktığında kendisi olur. O yüzden sahada tamamıyla koç olarak görürsünüz Giovanni’yi.

Ben şahit olmadım ama herhangi bir maçta sana kızdığı oldu mu?

B.T.G: En çok kızdığı oyuncu bendim! En çok fırçayı ben yedim! Sanki en çok hatayı ben yapmışım gibi.

Bunları evde de tartıştığınız oluyor muydu?

B.T.G: Yok hayır.

Peki senin ona müdahalen oldu mu hiç? ‘Böyle değil şöyle oynayalım’ gibi…

B.T.G: Kesinlikle olmadı. Haddime değil açıkçası. Giovanni ile tanıştığımda zaten voleybolu yeni öğreniyordum. İyi bir oyuncu değildim. Ondan çok şey öğrendim. Bu yüzden ona duyduğum saygı çok farklı. Bütün oyuncular böyle düşünürüz. Giovanni bir işi yaparsa, bu kazanmaya giden yoldur.

Anne olduğun için ara verdin voleybola. Ne kadar daha sürecek bu ayrılık?

B.T.G: Daha 1 ay oldu anne olalı. Önümüzdeki hafta antrenmanlara başlayacağım. Benim kendime koyduğum hedef, ocak ayında bir takımda oynamaya başlamak.

Bu takım belli mi?

B.T.G: Hayır belli değil. Açıkçası vücudumun nasıl bir tepki vereceğini bilmiyorum.

Annelik için yardım alıyor musun?

B.T.G: Annemden alıyorum. İnşallah almaya devam ederim!

Giovanni’de şoförlüğü ile başlayan bir Türkleşme var! Sende İtalyanlaşma var mı?

B.T.G: Açıkçası o tipik bir İtalyan olmadığı için bende öyle bir şey yok. Giovanni çok açık, modern bir tip. Bir de şöyle bir şey var. Birbirimizi tolore edebiliyoruz. Ben sarma yerken o benim karşımda pizzasını yiyor. Rahat bir şekilde anlaşabiliyoruz. Birbimizin kültürünü tolore ettiğimiz için beraber güzel vakit geçiriyoruz.

Giovanni’nin en çok beğendiğin ve beğenmediğin özellikleri neler?

B.T.G: En beğenmediğim yanı, bazen çok işkolik olması! En sevdiğim yanı ise kendisinden çok hep başkalarını düşünmesi. Vicdanlı bir insan olması.

G.G: (Kahkaha atarak) Anladım ne dediğini! Bence sıkıntı yok.

Aynı şeyi sana sorsam..

G.G: Her şeyden önce çok zeki. Benden daha zeki! Benden olmayan pek çok özelliğe sahip tek başına. Çok sabırlı örneğin. Bana bir puzzle ver, hemen pes ederim. Ona ver, çözmek için çaba harcar. Sevmediğim bir yönü ise yok.

Bu politik bir yanıt oldu gibi….

G.G: Hayır! Ama şu örneği verebilirim. Ben gitar çalmayı severim. Bazen bas da çalıyorum. ‘Sen de ukulele çal’ diyorum. ‘Hayır’ diyor! Bazen farklı şeyer öğrenmeye açık ama bazen de reddedebiliyor.

B.T.G: Ben ona şunu diyorum: Senden voleybolu öğreniyorum zaten. Bu yeter!

G.G: Bahar evcildir. Evde oturmayı sever. Ben 365 günün 300 gününü dışarıda geçirmek isterim. O beni evde oturmaya, ben onu dışarı çıkmaya zorluyorum.

Birlikte en çok ne yapmayı seviyorsunuz?

G.G: Evde çok fazla sayıda arkadaşla birlikte olup zaman geçirmeyi. Hafta sonları masa insanla dolu olduğu zaman çok hoşumuza gidiyor.

Türkiye’de İtalyan koçlar var. Aranız nasıl?

G.G: Massimo (Barbolini) ile çok iyi aradaşız. Hatta 17-18 yaşındayken beni çalıştırmıştı. Marcello (Abbondanza) ile aram da iyi. Birbirimizi göremiyoruz. Massimo, Göktürk’te yaşıyor. Marcello, Bağdat Caddesi’ne yakın. Zaman bulup bir araya gelmek zor.

Bahar, senin en yakın arkadaşın Naz…

B.T.G: İstanbul’a geldiğimden beri 10-11 yıldır görüşüyoruz. Gözde ile de görüşüyoruz. Ama bebek doğduğundan beri zor oluyor.

Annelik oyunculuktan daha zor değil mi?

B.T.G: Çok daha zor. İnanılmaz bir duyguymuş. Biz hep şunu derdik: Emeğimizin karşılığını aldık. Kupayı kazandık. Tarif edilemez bir duygu. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu çok daha farklı bir şeymiş. Ölçüsü yok. Şampiyonlukları anlatırken ‘Kelime bulamıyorum’ deniyor ama boşa deniyormuş.

Baba olmak nasıl peki?

G.G: Dünya adil değil! 9 ay karnında taşı. Sonra doğum. Besliyorsun. Uyutuyorsun. Hep kadın yapıyor. Erkek ne yapıyor? Hiçbir şey!

Hiç yardım etmiyor musun?

G.G: Tabi ki ediyorum. Bez değiştiriyorum. Uyutmaya yardımcı oluyorum. Ama zamanım yettiğince. Eskiden iki köpeğimiz vardı. Bebek olduğu için şimdilik yok.

İyi bir baba mı Giovanni?

B.T.G: Yardım ediyor. ‘Her şeyi sen yaptın, ben ne yapacağım’ diyor. Çalışıyor. Yapabildiği kadar.

Kızının büyüyünce voleybolcu olmasını ister misin?

B.T.G: Sevinirim. Ama orta oyuncu olmasın! Annesi oldu, yeter!

Neden?

B.T.G: Bunu başka oyuncularla tartışıyoruz. Herkes kendi pozisyonunu en kötü diye tanımlıyor. Ama orta oyuncular voleybolun hamalıdır. Sürekli sıçrar, sürekli koşar. Fiziksel eforu en çok sarf eden oyuncudur. Ama topa minimum değer.

Sen neden orta oyuncu oldun?

B.T.G: İsteyerek olmadım. Voleybola başladım. Beni Karşıyaka’daki spor okulunda küçük takıma aldılar. Dediler ki ‘Sen orta oyuncusun.’ Denedik. 1 sene pasör çaprazı oldum. Ağlaya ağlaya ‘Ben bunu yapamam’ dedim. Şimdiki aklım olsa, olmazdım! Pasör çaprazı olurdum.

Orta oyuncular aslında kilit oyuncular değil midir?

G.G: Bir maçı izlediğinizde, kimin blok yaptığını hatırlamazsınız. Smaçörleri veya pasörleri hatırlarsınız. Hatta liberolar bile gündeme gelir. Oysa iyi takım ile kötü takım arasındaki en büyük farkı orta oyuncular belirler. Kötü orta oyunculara sahip bir takımı yenmek kolaydır.

Kadın voleybolu Türkiye’nin 1 numaralı takım sporu. Altyapılarda durum ne?

B.T.G: Milli takım Avrupa üçüncüsü olduktan ve VakıfBank’ın ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan sonra bir ivme başladı. Aileler kızlarını voleybola yönlendirince altyapılar sağlamlaştı. Aslında Türkiye’nin sporda genel bir sıkıntısı var. “Oluyorsa sporcu olsun, en süperi olsun. Olmuyorsa okusun” mantığı var ailelerde. Oysa her çocuğun profesyonel olsun olmasın spor yapması lazım. Bugün birçok büyük kulüp Türkiye’nin her yerinde spor okulu açmaya başladı. Fabrika Voleybol’dan çok oyuncu yetişiyor. Ama maalesef hala Uzakdoğu’daki veya ABD’deki gibi sürekli bir akım yok.

Bugün sizin jenerasyonun yerini alacak gençler var mı milli takım için?

B.T.G: Var ama daha çok gençler. Bir süreye daha ihtiyaçları var. Bence milli takım için kayıp bir sene değildi. Olimpiyatı es geçtiysek, yenilenmeye gitmemiz lazım. Bunun için de sabır göstermemiz lazım. Hepsinin pişmeye, yetişmeye ihtiyacı var. Avrupa Şampiyonası’nda madalya alan milli takım da böyle olmadı. Geçmişi vardı. İnsanlar madalya alınca bu takımın farkına vardı. Ondan önce çok madalya kaybetmişliğimiz vardı. Güçlü bir takımdık, pişmeye ihtiyacımız vardı.

Türkiye’de kadın olmak veya kadın sporcu olmak zor mu?

B.T.G: Bu ülkede yaşayıp büyüdüyseniz ve ritmine, şartlarına alıştıysanız, zor değil. Tabi ki Avrupa’ya zorlukları var. Ben kadın sporcu olmanın zorluğundan çok avantajını gördüm. İnsanlara daha rahat hitap ettim. Milli sporcuyum dendiğinde senin söylediğin daha rahat dinleniyor. Bence ekstrası var.

Şöyle bitireyim sohbeti: Bir gazeteci olsaydınız, kimle röportaj yapmak ister ve ne sorardınız?

G.G: U2’nun solisti Bono! Maalesef konserlerini izleme imkanım olmadı. Yolumuz kesişti ama ya maçım ya idmanım vardı. Önce hayatta olduğu için ona teşekkür ederdim! Benim üzerimdeki etkisi için. 40 yıldır bana ve başkalarına örnek oluyor. Yılın 2 ayını Afrika’da geçiriyor. Mülteciler için çalışıyor. Bu saygıyı hak ediyor.

B.T.G: Ben Atatürk’le konuşmak isterdim. Bu ülkeye bakış açısını çok merak ediyorum. İlerisi için ne görüyor? Dinlemek isterdim. Belki sözlerini her şeyini takip ediyoruz, biliyoruz ama yine de onun ağzından duymak isterdim bunları. Söylediklerini ağzı açık dinlerdim herhalde…

RÖPORTAJ: Devrim Demirel

İlgili Haberler

Halkbank kafilesinden Ata’ya saygı duruşu

admin

Fenerbahçe moralsiz dönüyor

admin

Jana Kulan Toray Arrows’ta:

admin

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul Ediyorum Devamını Oku...

Gizlilik & Çerez Politikası