Sporu bu kadar sevmemizin bir nedeni belki de hayata bu denli yakın oluşudur. Kazanmayı, kaybetmeyi,düşmeyi,ayağa kalkıp devam etmeyi adeta bir simülasyon gibi çok daha acısız şekilde öğrenebilirsiniz. Üstelik birileri kazanır ve hiçbir şey yapmadığınız halde sizin gününüz güzelleşir. Bazen o “birileri” siz olursunuz ve hayatınızda hiç tanımadığınız insanların gününü güzelleştirmenin keyfini yaşarsınız. Tabii bardağın diğer tarafında koca bir yenilgi de durabilir bazen. Ama eğer elinden geleni yaptığınıza eminseniz,bunun sizi galibiyete çıkaracak yolun patika izleri olduğunu bilirsiniz ve ilerlemeye devam edersiniz.
Geçtiğimiz günlerde sona eren final serisinde de kaybedenin adı kağıt üstünde yazıyordu. Ama izlettikleri oyunu,yansıtılan mücadeleyi;iki takımın da yaptığı işten aldığı keyfi ve motivasyonu gördüğünüzde iki ekibin de galibiyetten çok daha fazlasını zaten kazanmış olduğunu gördük. Sporun kanunu olarak sonunda takımlardan biri galip gelecek ve tarihe adını “2017-2018 Vestel Venus Sultanlar Ligi Şampiyonu” olarak yazdıracaktı. O taraf da geriye düştüğü seriyi 3-0’lık bir galibiyetle süsleyen Vakıfbank oldu. Bu seriden akıldan kalanları,taktik derinliğe çok da girmeden derledik.
—
Sarı Siyahlıların fırtına gibi başladığı rekabette voleybol oyununu kazanmak için yapılması gereken her şey vardı. Kendi taktiğini çok iyi yansıtan;rakibin silahlarını susturmayı başaran Vakıfbank beklenenden çok daha rahat sonuca gitti. Bu maçın yıldızı keskin çaprazı adeta delerek sayı çıkaran Zhu Ting’ti. Rakipte ise bu görevi üstlenen Boskovic,Sırp Milli Takımı’ndaki kaptanı Rasic’in bloklarını geçmekte çok zorlandı ve seri 1-0’a geldi. Burada açılması gereken ufak parantez ise tribüne olmalı. Çin’den 10.000 kişinin sırf bu seri için İstanbul’a gelme talebi,yaklaşık iki yüzünün on gün boyunca salonlarda yer alabilmesi ile sonuçlandı.Söz konusu voleybol olduğunda mesafeler önemsizdi çünkü. Çinliler,bu spora olan bağlılıklarıyla;verdikleri önemle neden,nasıl Olimpiyat Şampiyonu olunduğunu anlatır gibiydi.Nitekim seri sonunda öğrendiğimiz final maçını Çin televizyonlarında iki milyondan fazla kişinin izlediği bilgisi onlara karşı duyduğum hayranlığın sebebiydi.
İkinci maçta ise Eczacıbaşı daha motive ve kararlıydı. Vakıfbank’ın aldığı ilk setin ardından artan tansiyon ve güç savaşları serinin gidişatı hakkında ipuçları veriyordu. İkinci sette önce Rasic’e karşı güç üstünlüğünü kurup topu karşı tarafa düşürmeyi başaran,sonra da plasesiyle seti bitiren Ognjenovic;ilk maçta gösterdiği tutuk oyununu sanki mazide bırakmıştı. Öyle ki topun havada iki tecrübeli Sırp yıldızın elleri arasında kaldığı birkaç saliselik zaman dilimi belki de maçın 2-0’a gitmesini ve hatta serinin beş maçtan çok daha önce bitmesini engelledi. Kırılma anlarının özellikle de kadın voleybolunda ne denli önemli olduğunu iyi biliyoruz. El titreten topları öldürmenin ya da tam da o noktada yapılan bir blokla ateşlenen takımın maç içinde ivmesi artarak yükselirdi. Bu maçta da öyle oldu. Vakıfbank her ne kadar varlığını gösterse de set sonlarını oynamakta etkisiz kaldı. Setler ilerledikçe Turuncu Beyazlılar “Kazanabiliriz.” fikrini daha gür sesle telaffuz ediyordu. Zhu Ting’e aldığı önlemle rakibin skor yollarını tıkayan Eczacıbaşı’nda, Beyza Arıcı bir orta oyuncu olarak aldığı 16 sayıyla maçı kazandıran isimlerin başında geliyordu. Tüm bunlarla birlikte Turuncu Beyazlılar bir deplasman galibiyeti,3-1’lik skorla evlerine avantajı ceplerine koyarak dönüyordu.
Üçüncü maç şüphesiz serinin en güzeliydi izleyenler için. Her iki tarafta 2.5 saat boyunca kazanmaya da kaybetmeye de eşit uzaklıktaydı. Bu maçın özelinde kilidi servis performansları açtı. Larson,Ognjenovic,Beyza hemen her servise gelişlerinde bir seri yakalamayı başardı. Eczacıbaşı’nda en skorer 23 sayıyla Larson oldu. Takım renkleniyor,skor yükü dağıldıkça herkes üstüne düşeni daha da iyi yapıyor gibiydi.
Marco Motta artı olarak servis karşılama ritmi bozulan Meliha yerine oyuna aldığı Hande hamlesiyle rakibi Guidetti’nin taktiğine odaklanmasını duraklatmayı başardı. Bana kalırsa Guidetti’yi de ancak böyle yenebilmek mümkündü. 2000’li yıllarda elde ettiği parlak kariyeri, Almanya&Hollanda Milli Takımları’nı getirdiği konum ve Vakıfbank’ta yürüttüğü yapılanma şüphesiz bir taktik zekanın ürünüydü. A planını oynadığı maçları çok rahat kazanan Guidetti,B ve C planlarını maç akışında düşünmeye devam ederken rakiplerin şansı hep bir miktar daha arttı. Marco Motta ise adeta bir oyuncu yetiştirme fabrikasının patronu oldu hep. Çok iyi gözlem yaptı;oyuncuların gelişimi için doğru olanakları sundu ve gençleri sahaya çıkarmaktan hiçbir zaman korkmadı. Çok değil yaklaşık on sene önce(2005/2006) Eczacıbaşı altyapısıyla bir kez daha faaliyete geçirdiği fabrikanın aldığı müthiş şampiyonluk ve çıkardığı isimlerle sadece Eczacıbaşı’nın değil belki de Türkiye’nin geleceğini yarattı. Bu finali de bu sene gelişimlerine katkıda bulunup meyvelerini topladığı Meliha,Hande,Ezgi,Simge,Beyza gibi isimlerle oynadı.
İşte böyle büyük iki isme ve onlarca kişilik teknik ekiplerine yakışır bir seri oldu bu. Taktik savaşlarıydı. Böyle olmalıydı. Eczacıbaşı seride üstünlüğü 2-1 geriden gelerek aldığında çoğu insan “şampi..” başlıkları atmaya başlamıştı. Böylesi bir maç sonrası rakibin direncinin kırılması da çok olağandı. Ama öyle olmadı…Vakıfbank tıpkı geçen yıl ki gibi düşerek ayaklandı.
Bu seviyede kazanmanın sırrı “İyi takım olmak”tan çok daha fazlası oldu hep benim için. Tabii ki anlaşmak da en önemli faktörlerin başında geldi hep ama eğer sahada iyi anlaşan iki ekip varsa ince çizgiyi oyuncuların kırılma anlarındaki performansları ve kenardan gelen rakibi durdurmaya yönelik taktiği en az değişiklikle sahaya yansıtmanın belirlediğini düşündüm. Rüzgarı bu noktadan sonra Vakıfbank’a döndüren de büyük ölçüde bunlar oldu.
Guidetti hem kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığı hem de kaybetmesi durumunda şampiyonluğu rakibine teslim edeceği dördüncü randevuda ezberini bozdu;cesur bir hamleyle diğer pasörü Cansu Özbay ve henüz 18 yaşında olan Zehra Güneş’i sahaya sürdü ve bundan bir an bile vazgeçmeyerek takımının 14 oyuncusuna da ne kadar güvendiğini hem içeriye hem dışarıya yansıttı. Nitekim plan da tuttu;serinin ilk maçının bir kopyası gibi Vakıfbank’ın ibreyi nerdeyse bir an bile rakibe çevirmediği bir oyun izledik. Eczacıbaşı’nın Boskovic’e yığılmayan skor dağılımı bozuldu;Hande’ye giden üst üste servisler onu düşürdü,Ognjenovic’in bir önceki maçtaki şiir gibi oyunu dağıldı ve oturan sistem domino taşları gibi birbirini etkileyerek yıkıldı. 3-0 bitti. Artık her şey eşitti. Tek bir maç,tek bir galibiyet bir tarafın apoletine “şampiyon” ibaresini eklemeye yetecekti.
Son maçın kilit kelimesi ise kesinlikle “kırılma”ydı. Vakıfbank farkı açtı,Eczacıbaşı geri döndü. Bir kez daha,bir kez daha… İlk sette yaptığı defansla eşitlik şansını getiren Boskovic,aynı şansı rakip bloklara takılarak kaybetti. İkinci sette yine ufak bir taktik hamleyle Naz Aydemir’i oyuna sokan Guidetti bunun karşılığını skoru 2-0’a getirmeyi başararak aldı. Üçüncü set 19-15’teki Ezgi-Adams değişikliği Eczacıbaşı’na her şeyi düzeltmek için son bir şans daha verdi ve rüzgar Turuncu Beyaz esmeye başladı. Taa ki Vakıfbank en etkili ön turuna gelene kadar. Bu noktada devreye giren Zhu Ting neden bu denli büyük oyuncu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi ve seride zaman zaman sergilediği tutuk oyunu hafızalardan sildirmeyi başardı. Zhu,Türkiye’deki ikinci sezonunda kazanabileceği beş kupayı da almaya doğru gidiyordu.Üst üste aldığı sayılarla takımını da şampiyonluğa götürürken,skor 24-20’yi gösteriyordu. Vakıfbank bu sezonu Vakıfbank’ın belki de en iyi yaptığı işle noktaladı ve bir blok sayısıyla sonuç belirlendi. Maç 3/0 , seri 3/2.
–
Tijana Boskovic Milli takım performansına en çok yaklaştığı sezonda son maçta yine kritik noktalarda bildiğimiz gibi değildi. Bu noktada bunun nedenlerinin başında -bence- iki sebep var. Birincisi senelerdir Türkiye Ligi’nde ve rakip koçlar sürekli onu etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Milli Takım’da oyunu ne kadar takip edilirse edilsin bu denli fazla üstüne odaklanılması imkansıza yakın olsa gerek. Bir diğer sebebi de Sırbistan’daki sistematik düzen. Bir diğer köşede Mihajlovic;ortada Rasic,Veljkovic gibi tehditler varken Eczacıbaşı’nda aldığı skor sorumluluğundan uzak bir nebze daha rahat oynadığı aşikar. Örneğin kritik anlarda mola geliyor ve Guidetti’yi duyuyoruz “Topun ortaya gideceğini düşünmüyorum,Boskovic’e odaklanın.” Şu an sadece 21 yaşında olduğunu hesaba katarsak dünyanın en büyüklerinden biri olması zaten farkını ortaya koyuyor. Önümüzdeki senelerde oyunu daha da domine edebilecek mi,bunu ne şanslı ki en yakından izleyip görebileceğiz…
–
Maç bitti, oyun alanı en başta yazdığım gibi hayattan oldukça aşina olduğumuz duygularla dolu bir yere dönüştü. Gözyaşları,kazanmanın hafifliği,kaybetmenin verdiği buruk tat… İlkler ve sonları yaşayanlar… Tribünlerde bir taraf tuttuğu takım kazandığı için gününü güzelleştirebilirken diğer topluluk var gücüyle takımlarının moralini düzeltmek için çabalıyordu. Sahada her şey en gerçek haliyle yaşanıyordu ve sporu bir kere daha çok sevdik. Ertesi gün kazanmak da kaybetmek de geride kalırken;hikayenin sonunda bir önceki yıla göre daha mütevazi bir kadroyla üç final bir Avrupa Kupası şampiyonluğu kazanmayı başaran Eczacıbaşı VitrA ve ligdeki tüm kupaları müzesine götürerek ligi domine eden Vakıfbank vardı. Senelerdir koruduğu omurga ve tutturduğu sistemi bozmamanın ödülünü alıyorlardı. Her yenilginin ardından daha güçlü ayağa kalkabilen mental gücün ödülü buydu.
Kaptan Gözde Kırdar 19. ve son sezonunda 19. kez kupayı havaya kaldırırken Vakıfbank 10.kez şampiyon olmanın sarhoşluğunu yaşıyordu. Türk voleybol tarihi için çok büyük bir simge olan Kırdar’ın yaptıklarına ayrıca değinmenin daha doğru olduğunu düşünerek ona hatrımda kalan çoğu güzel voleybol karesini süslediği ve hırsıyla,zekasıyla kendini seneden seneye yukarı taşıyarak elde ettiği kariyeriyle ilham kaynağı olduğu için minnettar olduğumu belirtmek istiyorum.
Bu kadar kısa süreye böyle unutulmaz ve son- yılların en son-u belirsiz finalini sığdıran iki takıma da son-suz teşekkür ederken,bir daha aynı anda sahada izleyemeyeceğimiz altı kişiyi;belki bir daha hiç canlı göremeyeceğimiz ama sanki bizden biri gibi alıştığımız oyuncuların vedasını kanıksıyorum. Sonra da yeni başlangıçlar,yeni taktikler;yeni finaller ve büyük mücadeleleri izleyeceğim için seviniyorum. Alışacağımı biliyorum. Sporun hayatın simülasyonu olmasını çok seviyorum.Bilirsiniz ”Bazen neşe,bazen keder;hayat böyle geçip gider…”
Aslı İleri